29 Kasım 2008 Cumartesi

Likya Yolunda

...

"Bana kulak ver ki sana ses verebileyim"
H. Cibran

Benim Gözümle

...

"Hayat kısa gelen bir battaniye gibidir. Yukarı çekersin ayak parmakların isyan eder. Aşağı çekersin omuzların titrer.Ama yine de, neşeli insanlar dizlerini karınlarına çeker,rahat bir uyku uyumayı başarır..."

Ekolojik Çiftlik, Zeytin ve Kazdağları Üçlemesi

Her yerde sadece kendi kendimize emanet olduğumuzdan
Mutluluğumuzu da kendimiz yapar ya da buluruz.
Oliver Goldsmith.


Kurban Bayramına bir buçuk ay vardı ve ben kendime gidebileceğim yer arayışına girmiştim bile. Bu sefer farklı bir tatil yapmak istiyordum, ayrıca yeni edindiğim fotoğraf merakımda beni kamçılıyordu. Murat’ın Bayramda Kuzey Ege'de son derece güzel bir doğal yaşam çiftliğine (imece evine) gidiyoruz yazısı ilgimi çekti " Aman ben şöyle ense yapayım. Efendim her şey ayağıma gelsin." diye bir şey yok!. Sadece çalışanlara yemek ve yatacak yer sağlanacak, onlarla eğlenip, onlarla gezeceğiz. ” diyordu. Neden olmasın diye düşündüm. Oldum olası toprakla uğraşmayı seviyordum, geçmişimde karavancılık ve kampçılık kültürü de vardı. Atölyelerde çalışıp, keçi sağmak ve geri kalan zamanlarda da kaz dağlarında gezip fotoğraf çekmek oldukça cazip bir teklif gibi geldi bana.

Gezi öncesi üşütmüş olmam ve iki gün ev hapsinde kalmam, geziye biraz tedirgin başlamama neden oldu. Çarşamba gecesi buluşup yola çıkıldığında birbirini daha önceki gezilerde tanışmış insanlar dışında, ilk defa bir araya gelenlerimizde vardı. Yol boyunca arka sıradakilerin inatla bağıra çağıra şarkı söylemeleri ara ara terleyip üşüyen ve uyursam kendimi daha iyi hissederim diye düşünen bendeniz için hiç cazip değildi. Hatta bir ara bu geziye gelmemeliydim bile dedim kendi kendime.

Ancak arka koltukta şarkı söyleyenlere rağmen yinede uyumayı başarmıştım. Sabah olduğunda ortalarda uykusuz gözlerle bakmayan ender insanlardan biriydim. Murat, grup lideri, ilk defa gezilerinden birine annesi Nafiye (62) teyzeyi de alıp gelmişti ve Nafiye teyze kendi halinde doğal bir kadın olup, kendine has cümleleri gezi boyunca beni çok güldürdü. Filiz, lider yardımcısı, oda başkanımda annesi Dudu (63) teyzeyi getirmişti. Hepimizden daha profesyonel bir kampçı olan Dudu teyze, bir çok zirve tırmanışları olan (denizli karcı dağı -2308 m , kastamonu. ılgazdağı küçük haccettepe zirvesi 2546m vb. ) azimli ve çalışkan bir bayandı.

1.GÜN


Gece yarısı başlayan yolculuğumuz, sabahın erken saatlerinde Anzak koyuna yapılan ziyaretimizle başlamış oldu. Oradan Eceabat'a gidip, feribotla Çanakkale'ye geçtik. Ayvacık üzerinden, Behramkale'ye, oradaki köy kahvesinde, çay molası verdik. Gürül gürül yanan bir sobanın ve sıcak bir çayın yerini sabahın ayazında başka ne tutabilir ki.


Molanın ardından '' İmeceevi, doğal yaşam ve ekolojik çözümler çiftliğine hareket ettik. İmeceevi’nde bizleri karşılayan İsmail, çevreyi gezdirdi. İmece evi’nin gönüllüleri Nurettin ve Sevgi, kedileri Sütlaç ve Tekir , Köpekleri Karabaş, River ve neredeyse üzerine herkesin en az bir kere oturduğu Haydut ile tanıştık. Daha çok yaz dönemi için uygun olan yapılar dışında benim hasta olmamda göz önüne alınarak bayanların bir kısmı için daha iyi ısınan Saman eve yerleştim. Kazıklarla tutturulan samanlar çamurla sıvanıp etrafı kireçle boyanarak hazırlanmış, yer yataklarından oluşma bir evdi. Ve ben saman evin ilk gece baygınlık geçirecek duruma gelene kadar bu kadar çok ısınabileceğini hiç tahmin etmemiştim.



Eşyalarımızı yerleştirdikten ve çevreyi tanıdıktan sonra işbölümleri yapılıp, herkes yapabileceği işlere gönüllü oldu. Ben tipik bir çaykolik olarak çay yapma görevini üzerime aldım. Aysan ve Mehmet abide bu işe gönüllü olmakla birlikte Mehmet abi çay yapma dışında her işi fazlasıyla yerine getirdi.

İlk gün grup olarak zeytin topladık. Gezimize tekstil işinde çalıştığını vurgulayan ve benim Cem Yılmaz’a rakip olabileceğini düşündüğüm Mehmet grubumuzun aşcısı oldu. Sanırım kızlara bırakırsa aç kalacağını anladı ve bir itirafta buldu. Beşiktaş’da babasına ait lokantalarında çocukluğundan bu yana yardımcı olduğunu öğrenince herkes mutfağı ona bırakıp kaçtı.
Ve o tuaf otlardan, hububatlardan ve balıklardan bize leziz yemekler yaptı. . Hele o kabak tatlısı muhteşemdi. İlk gece yemekten sonra yolun verdiği yorgunlukla birlikte kuzine başında sohbet ederek geçirdikSoba yakma sorumlusu Atilla büyük bir azimle yanmayan sobaları her akşam yakmaya çalıştı. Böylece Atilla’nın ne kadar sabırlı biri olduğunu da anlamış olduk.



2.GÜN
Sabahın 8:00’in de kahvaltının hazır olması için Aysan’la birlikte sabah 7:00 de uyandık. Oda da uyuyanları uyandırmamak için karanlıkta kıyafetlerimizi cep telefonlarımızın ışığında aradığımız o sabahı hatırladıkça hala gülüyorum. Kuzine başında su kaynatma çabası içinde gün doğumunu izleyerek başladım güne. Kahvaltının ardından bulaşıklar yıkanırken kimimizde yeni günün keyfini çıkarmaya çalışıyorduk. Kahvaltı keyfi bitince herkes görevinin başına geçti. Dünden gözleme için toplanan otlar akşamdan ayıklanıp yıkanıp süzülmek için bırakılmıştı.

Kimileri zeytin toplama işini yaparken, kimileri toprak bellediler. Filiz, odun kırma gönüllüsüydü azimle gece için gereken odunlarımızı hazırladı. Anneler ise bize nefis bir gözleme ziyafeti çektiler.


Öğleden sonra Kazdağı Koruma Girişim Grubunu ziyaret edip, yapılan çalışmalar hakkında bilgi aldık. Küçükkuyu Belediye Başkanıyla bayramlaşmaya gidip ilçelerinde altın aramaya karşı yapılan mücadeleler hakkında Mehmet ‘e rağmen bilgi almaya çalıştık. Bizi o kadar çok güldürdü ki Belediye Başkanı çıkışta Mehmet’in elini sıkarken “seni hiç unutmayacağım” dedi…

Beldeden ayrılıp Zeus’un Altarlarına doğru ilerledik. Araçtan indikten sonra tepe’ye 10 dakika çamlar arasında yürüyerek ulaşabildik. Yol boyunca başımı kaldırıp yukarılara o muhteşem çamlara bakma ihtiyacı duydum.Tanrılara kurbanlar sunmak üzere yapılmış bir sunak olduğu söylenen Altarlarda, taş duvarla örülmüş küçük bir oda ve içinde su bulunan sarnıç halk arasında Zeus mağarası diye adlandırılıyormuş.
Kıyı yerleşimleri ile uzun sahili, mavilikleri çam ağaçları arasından görünen panoramik manzara görülmeye değerdi.



Eskimiş evlerin tekrardan restore edilmiş olması ve orman içindeki konumunun beni büyülediği Adatepe köyüne doğru hareket ettik. Yaşamın kaynağı olarak kabul edilen zeytin, kazdağlarının her köşesinde karşımıza çıktı. En küçük zeytinyağ satıcısında bile var olan geçmişten günümüze gelen zeytinyağ ve sabun yapımında kullanılan araçları her yerde görmek mümkün oldu.

Adatepe’deki turdan sonra Kazdağı altın madeni işletmelerinin ilk kazı alanı ve ilk tepki veren köyü, Bahçedere’yi ziyaret edip köy kahvesinde köylülerle sohbet ettik. Köye, pasta yapma gönüllümüz olan Deniz’in “ay bu olmadı, tüh tüh, vah vahhh ,ay olmadı insanlar bunu yiyemez, bu kabarmadı” sözleriyle tüm gün ortada koşturarak pişirmiş olduğu güzel pastamızla birlikte gittik.

Gece imeceevi’ne döndüğümüzde bizi köyden sazıyla ziyarete gelen Erdal abinin sayesinde sazlı sözlü gecemize başladık. Benimde ısrarlar üzerine oynadığım gecede daha önce planlanmamış bir kına gecesi gerçekleşti. Özgür’ün bir eşarbı başına sarıp oynamasıyla başlayan kına gecesi, birden sandalyeye oturtulup etrafında dönerek “yüksek yüksek tepelere kız vermesinler “ türküsüyle şenlenirken. Kapatılmış bir kahve falının telvesinin birden kına olarak özgür’ün ellerine sürülmesiyle doğaçlama bir kına gecesine dönüşmesi hepimizin çok eğlenceli bir gece geçirmesini sağladı.



3.GÜN

Sabah Kahvaltısının ardından sabun yapımı öğrendik. Zeytinlerin kaynayarak yumuşamasını beklerler, tohum ekimleri, akşama odun kesimleri vb işleri tamamladık.



Öğle yemeğinden sonra, Beldedeki Zeytinyağ Müzesine yapılan ziyaret sayesinde, zeytinin ne kadar işlevsel olduğunu bir kere daha anlamış oldum. Müzede zeytinyağı teknolojisinin Romalılardan beri geçirdiği evreler ve bugün gelinen noktalar hakkında kısa bilgiler aldık. Türkiye'deki zengin zeytincilik geleneğine ait pek çok obje de açıklamalı olarak sergileniyordu. Zeytin toplama aletleri, zeytinyağı ticaretinde kullanılan amforalar, eski zeytinyağı kandilleri, zeytinyağı üretiminde kullanılan çeşitli aletleri 2. katta görme şansı bulduk.
Müzenin ardından Assos’a gittik ve o muhteşem günbatımını yakaladık.

Assos'da Bir Akşam Vakti
bir akşam vaktidir
güneş yakarken denizi
eser rüzgar usanmadan
siler koca taşları
savurur şarkıları

sevda ile içilen şaraptır
athena'nın aşkına
aristo'nun aşkına
deniz lacivert bir çarşafdır
mavi gökyüzü altında

barış kokar kadehler
kağıttan kayığım
alır götürür sevgilerini
denizin ötesine
geçmişin hüzünlerini

Zeki Ergin





Sonra, Behramkale, Athena tapınağı gezildi. Athene tapınağı, Assos akropolünün en üst noktasında, M.Ö.VI.yüzyılın ortalarında yapılmış. Bu tapınak, Anadolu’da en eski Dorik tarzdaki tapınakların başında geliyor. Zeus’un kızı ve 12 Olimpos Tanrısından biri olan Athena, el işçiliği ve el sanatlarını koruyan tanrıça olarak da biliniyor. Mitoloji’ye göre kadınlara dokumayı o öğretmiş. Behramkale ve çevresindeki halı ve kilim dokumacılığı, gelişmesini belki de Athena’ya borçlu. Gecenin bastırması ve havanın serinlemesinden dolayı bir gün öncesinde anfi tiyatroda gerçekleştirilecek olan ve kast dağılımı yapılan tiyatro oyunu sergilenemedi. Peacehouse, Kaltakos, Temizos, Homeros gibi karakterlerin yer aldığı doğaçlama oyunumuzda roller kişilere en çok alkışlanma yöntemiyle dağıtılmış olup heyecanla beklediğim bir tiyatral eserdi. Benim fazla ağırbaşlı olmamdan dolayı olsa gerek kastta bana yer vermediler. Geceyi tekrar konaklama yerine dönerek ve şarkılar söyleyerek tamamladık.

4.GÜN

Sabah kahvaltısından sonra imece evini terk edip dönüş yolculuğuna başladık. Geri dönüş yolculuğunda Tahtakuşlar köyü ve müzesini gezme şansı bulduk. Tüm gezi boyunca olduğu gibi Mehmet abi bize Tahtakuşlar köyü hakkında aydınlatıcı bilgiler verdi. Tahtakuşlar, Türkiye’deki ilk ve tek özel etnoğrafya müzesine sahip olması gibi değişik bir özelliğe sahip. Bu köyde yaşayanlar Tahtacılarmış. Tahtacılar, Ege ve Akdeniz bölgesinin özellikle dağlık kesimlerde yaşamlarını sürdüren Alevi-Türkmen aşiretleri imiş. Tahtacı isminin, geçmişte ormancılık ve dolayısıyla tahtacılıkla uğraşmış olmalarından ileri geliyormuş.

Balıkesir, Susurluk, Karacabey, Bursa, üzerinden Cumalıkızık’a geldik.
Cumalıkızık, Oğuzlar’ın Yıldızhanoğlu Kızık boyunun kurduğu yedi köyden biri. Cumalıkızık neredeyse el değmemiş gibi duruyor. 700 yıllık geçmişi olan köyde toplam 270 evin her biri, önünde durup seyredilmeyi hak ediyor. Sokak kapılarındaki kapı kolları bile insanı etkiliyor. Genelde gezerken eski evler beni ayrı bir etkiler. Kim bilir kimler yaşamıştır bu evlerde. Ne gibi mutluluklar/acılar paylaşılmıştır diye düşünürüm. Zamanım varsa hele, kendimce bir hikaye yazarım gözüme kestirdiğim bir eve. Cumalıkızık bu tür hikayeler yazmak için oldukça uygun bir yer.

Ve, Gemlik, Orhangazi, Yalova, Topçular üzerinden istanbula döndük. Elbette yol boyunca yine çok güldük ve eğlendik.


Son Söz : İnsan Paylaştıkça Büyür

Bu geziden bana kalanlara gelince, adımı hatırlayamadığı için bana Seher diye seslenen Mehmet sayesinde tüm ekip bana Seher ismini kullanarak seslendi. Eğer gezinin süresi daha uzun olsaydı ben bile adımın Seher olduğuna inanmaya başlayacaktım. Şimdiye kadar insanların bana seslenmelerine alışık olduğum ; Sinem,Senem,Sema,Sevda, Yasemin ismine birde Seher’i eklemiş oldum. Bu yazıyı yazarken ve resimleri seçerken bile çok büyük keyif aldım. Teknolojinin kontrolsüz bir şekilde ilerlediği, bireysellik ve ego kavramının arttığı bu dönemde böylesine sorunsuz iletişimler içinde var olabilmek uzun zamandır ihtiyacım olan paylaşımları bana tekrar yaşattı. Durmadan akan burnuma, faranjitimin artmasına rağmen bu gezide çok ama çok güldüm. Geziye başlarken acaba gitmesem mi diyen iç sesimi dinlemeyip de geziye katılmış olmaktan dolayı mutluyum.


En büyüğünden en küçüğüne kadar geziye katılan herkese bu kadar sorunsuz ve pozitif oldukları için teşekkür ederim.

İmeceevi’ne gelince, hayalimdeki ya da olması gerektiğini düşündüğüm bir ekolojik çiftlik değildi. Kışın gitmeyi düşünenlere yanlarına kamp malzemelerini almalarını öneririm. Ancak Türkiye’de bu tür ekolojik çiftliklerin sayılarının ve kalitelerinin artmasını diliyorum.

Sevgilerimle
Sanem
Ocak 2008

“Yalnız Taştan Duvar Olmaz”

Not: Arkadaşlar bu yazıyı bir kitapcık olarak düzenledim. Büyük bir dosya olduğu için bu şekilde yayınlamayı uygun buldum. ancak kitapcığa sahip olmak isteyenler bana mail atabilir.