22 Ağustos 2009 Cumartesi

Ruhumdan bir Karadeniz Geçti… Ağustos 2009

Ruhumdan bir Karadeniz Geçti… Ağustos 2009

Gezi yazısı yazma işi bana kaldı. Kafdağından kar getirirseniz yazarım diye bir ön koşulla kurtulabileceğimi sanmıştım. Zirveden getirdikleri kar’ı elime tutuşturduklarında artık itiraz edecek durumum kalmadı. İş başa düştü aldım elime sazımı düştüm yola, ne çıkarsa hepsi Hüseyin'nin bahtına…

Cumartesi sabahı Trabzonun değişik yerlerinden aracımıza binen arkadaşlarımızla sabah verilen kaynaşma kahvaltısında tanıştık. Kahvaltı sonrası Sümela manastırını gezme şansını bulduk. Sümela’nın muhteşem duruşu, neden ve nasıl oraya işlendiğini anlamaya çalışma çabalarımı anlatmayacağım. Ama şu tarihi eser gezememe kültürsüzlüğümüze değinmeden geçmek istemiyorum. Bize ait olmayan dinlere gösterdiğimiz saygısızlık ise hoşgörüsüz bir toplum olduğumuzun en incitici taraflarından.

Sümela’dan ayrıldıktan sonra rize’de karadeniz’in hoşgeldin yağmuruna yakalandık. Pazar ve Çamlıhemşin’de verilen küçük alışveriş molalarında yaylalarda bulamayacağımızı düşündüğümüz ihtiyaçlarımızı karşılarken, hanımların büyük bir kısmı poşi satan dükkanları kurcalıyordu. Fırtına Vadisine girdiğimizde rehberlerimizden yaylalarda telefonlarımızın çekmeyeceği uyarısını alır almaz hepimiz elimizdeki cep telefonlarına sarılıp bizi merak edebilecek insanlara durumu haber verme çabasına girdik. Ve yolun ilerleyen bölümlerinde söyledikleri gibi telefonlar çekmez oldu. Gezi boyunca bu durumdan şikayet etmekle memnun olmak arasında gidip gelenlerimiz çoğunluktaydı.

Akşam konaklayacağımız pansiyona gitmeden önce Zil Kale’yi görme ve fotograflarını çekme şansı bulduk. Sisler arasında görünen kale, Osman ve Melis'e yüzüklerin efendisi serisini hatırlattı. Baba, kız bizleri güldüren ilginç senaryolar ürettiler. Akşam 3 gün konaklayacağımız Toşi Pansiyona yerleştik ve ilk horon derslerimizi uygulamalı olarak aldık. Zaten gezinin geri kalan bölümlerinde duyduğumuz her tulum sesine oynadığımızı söylemeden geçemeyeceğim.

2.Gün
Sabah 7:00’de kalk borusu ötünce hepimiz soğuk Karadeniz sabahında yeni gün için hazırlıklarımızı tamamladık. Arabayla Ortayayla’ya gelerek oradan Verçenik Zirvesine yürüdük. Zirvede Kapalıgölleri görme şansını yakaladık. Yaylaya geri döndüğümüzde Bizi bekleyen sıcak yayla evinde Hoşmerim ve sıcak keçi sütü içtik. Pansiyona döndüğümüzde ise su alan ayakkabılarımızı kurutma derdi başladı. Sobanın etrafına dizilen ayakkabılarımızı düzenli olarak kontrol ederek, Benimkilerin önü kızardı birazda arka tarafları kızarsa iyi olur esprileri arasında ayakkanılarımızın kurumasını hızlandırmaya çalıştık.

3.gün
Arabayla Trovit’e çıktık. Tırmanmak istemeyenler yürüyerek Elevit yaylasına indiler. Grubun geri kalanı karmik Yaylası ve Karmik gölünü görmek üzere yürüyüşe geçti.
Karmik gölü’nün kenarında azıklarımızı yedikten sonra Ahmet bize aksak horon ve kemençe horonu’nu öğretti. Hani hareket edince daha az üşüyor olmanın etkisiyle birlikte bende epeyce sallanıp durdum. Geri dönerken su çekmiş ayakkabılarımızdan çıkan seslerin sound olarak benim mi yoksa melis'in ayakkabılarımdan mı daha iyi çıktığını anlamaya çalıştık. Benimkiler focik focik , onunkiler Fıcık fıcık diye sesler çıkarıyordu. Sonunda Fıcık focik fıcık focik'in daha iyi olduğuna karar verdik.

4.gün
Sabah Toşi pansiyonundakilerle vedalaşıp ayrıldık. Fırtına vadisi boyunca aşağıya inip Palovit Şelalesini görüntüledik. Yol boyunca bize sunulmuş bitki, çicek ve minik böcekcil objelerin makrocuları deliye çevirdiğini sanırım söylememe gerek yok. Makro çekmeyen biri olarak benim bile bu gezi sonunda büyük bir makro arşivim oldu.
Sonraki durağımız Gito yaylası ve Koçira pansiyondu. Koçira, anlatılmakla bitirilemeyecek bir mekan. Sıcak bir ortam ve içinde birbirinden güzel dört adam tarafından işletilen küçük bir yayla pansiyonu. Bizi mutfağına sokmayan Tugay’a, Türküleri söylerken kendinden geçen İbrahim abi’ye, soğuk yayla gecelerinde bizi şömüne ile ısıtma çabasında olan Ali abi ve geceleri bizlere şiirler okuyan serhan’a buradan selam olsun.
Gecelerimizi tulumuyla şenlendiren İbrahim abi ve sazıyla bizleri coşturan ekibimizdeki Murat’ı da atlamamak gerekir. Her gelen isteği çalmaya çabalayan murat'ın arada kontrolden çıktıkça “sırayla isteyin ... REE, REEE “ diye bağırmaları beni çok güldürdü ama isteklerin karadeniz yağmuru gibi durmaksızın gelmesine engel olmadı.


“Ey ya Rabbi çok şükürda
Gene geldun pazar'a
Tulumcuyu koydular da
canlı canlı mezara “

5.gün
Cisil cisil yağan yağmura ve karadeniz’in hiç gitmeyen sisine rağmen Badara merzelerine kısa bir yürüş yaptık. Yolda tanıştığımız Çoban teyzeyle yaptığım içten sohbette beni en çok keyiflendiren ineklere verilen isimlerdi ” Adalı, Modalı, Gülbeyaz “ . Öğleden sonra şömine başında keyif yapmak isteyenler dışında, ormana kırmızı mantar fotografı çekmeye gidenler oldu.
6.gün
Sabah kalktığımızda sonunda bulutların dağılmış olması hepimizde büyük bir mutluluk yarattı. Karadenizde gökyüzünü ve 10 metre ilerimizi artık görebiliyorduk.
Ambarlı düzüne geldiğimizde bulut denizinin altında kalan yaylalar görünmüyordu. Uçakda bulutların üzerine çıkmayı başardığımızda gördüğümüz görüntüler hemen az ileri de duruyordu. Bulutlar üzerindeki devler ülkesine fasulye ağacına tırmanarak gelen ziyaretçiler gibiydik.
Yürümek isteyenler balıklı göl’e kadar devam etti. Grubun bir kısmı balıklı gölden yukarı çıkıp zirve yapıp döndüler. Balıklı göl ve ikiz gölleri fotoğraflayıp ambarlı düzüne geri döndük. Günbatımı için Gundi boynunda kayaların aralarına gizlenip soğuktan kendimizi korumaya çalışarak bulut denizi üzerinden gün batımını izleme şansı yakaladık. Uzun süre hiçbirimizin unutmayacağını düşündüğüm bir günbatımı oldu.

7.gün
Koçiro pansiyondakilerle vedalaşıp ayrıldık. Ayder yaylasındaki otelimize çantalarımızı bıraktıktan sonra yukarı Kavrun yaylasını gezdik. Evlerin arasında çok hızla hareket eden sis sayesinde birbirinden farklı görüntüler elde etme şansı yakaladık. Dönüşte bir grup yürümeyi tercih ederken, geri kalanlar ise ayder’de dolaşmayı tercih etti.
8.Gün
Gezinin son günü Uzungölü görmeye gittik. Bir haftadır bakir yaylalarda dolaştıktan sonra Uzungölü genel olarak beğenmedik. Çarpık yapılaşması, doğal halinin bozulmuş olması bizlerde hayal kırıklığı yarattı. Trabzona geri dönerken dilimizde yeni bir türkümüz vardı “Ayiem çik konuialum, mutfak penceresine” ... Dönüşte tek tek arkadaşlarımızla vedalaşarak geldiğimiz yerlere dağıldık.

“Yemek koydi üstüne, bakir tencerisine
Ayiem çik konuialum, mutfak penceresine

Giyduiu entarenun
Önleri açuk yaka
Çok yakti canlarumi, camlardan baka baka ... ” Volkan Konak – Ayşem Destanı



Soğuk ama bir o kadarda keyifli bir Karadeniz turu yapma şansı yakaladım. Sisler arasında büyülü bir dünyada yolculuk ederken bol bol bitkilerin su damlalarıyla olan danslarını görüntüleme şansına sahip olurken, Çoban Ahmet gibi güzel bir insanla tanışma, türkü söyleme, horon çekme şansı yakaladım. Su çeken ayakkabılarım kurumayınca gidip bana yöresel naylon ayakkabı ve yün çoraplar aldık. Markalı ayakkabılarımdan daha kullanışlı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.

Ve gezinin her bölümünde dinlediğimiz, söylediğimiz. Her söylendiğinde de yerimizde duramayıp salladığımız gezinin milli marşıda uzun süre dilimden düşmeyecekler arasında yerini alacak. Koçiro’da Serhan’nın “Yaw bunlar Budistler gibi olmuşlar müziği duyunca sallanıp ayine başlıyorlar” cümlesi sanırım milli marşımıza olan düşkünlüğümüzü tanımlamaya yetecektir.

Karmate – Kara Duman
http://fizy.com/s/16csdq
Geldi bir kara duman dağlarun arasina
Kaderumde benziyor dumanin karasina
Göresledum yarimi hasret yüreği dağlar
Gözden yaş akmaz ama
Kalbum oturmiş ağlar... Devamı

Sensuz bu yaylalarda gülim zaman geçermi
Sen çıkmasan yaylaya dağlar çiçek açar mi
Sevduğum sigarani ne of çeker içersun
Al benuda yanına ne hasretluk çekersin


Sekiz günlük geziyi kısa zamanda anlatmak elbette pek mümkün olmuyor. Ama bazı şeyler anlatılarak değil yaşanarak anlaşılabilinir. Örneğin su çekmiş ayakkabılarınızdan yürürken çıkan Focik focik seslerini okumak değil duymak gerekir.

Birlikte üşüdüğüm, ıslandığım ve türkü söylediğim tüm yol arkadaşlarıma teşekkür ederim.
Sürçülisan ettimse affola...
Sevgiler
Sanem

7 Temmuz 2009 Salı

Bir Dostu Olmalı İnsanın

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
"Nereden çıktın bu vakitte" dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"Gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...
Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları,
...dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
En mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, "hak ettim" diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi...
Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş...
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş...

* * *
Böyle bir dostum var benim.
Pek sık görmesem de hep yanımda olduğunu bildiğim, yalansız riyasız dertleşebildiğim.
Kuşağımın en iyisiydi hilafsız...
Beraber okuduk, birlikte koştuk son 20 yılın amansız parkurunu...
Katılasıya ağladık, doyasıya güldük yol boyu... Ekmeğimizi ve acılarımızı bölüştük. Çocuklar doğurduk, büyükler gömdük.
Sonunda yara bere içinde oraya buraya savrulduk.
Buluştuk geçenlerde...
Bitaptı; kayan bir yıldız kadar ışıltılı, bir o kadar yorgun:
"- N'apıyorsun" diye sordum.
"- Seyrediyorum" dedi; "çaresizce, öfkeyle, şaşkınlıkla ama sadece seyrediyorum".
Seyrettiği; kuşağımızın en kötülerinin, pespayelik yarışında ipi ilk göğüsleyenlerin zirveye hak kazanmalarındaki akıl almaz gariplikti.
İyiliğin ve ustalığın bu kadar eziyet gördüğü, kötülüğün ve yeteneksizliğin bunca ödüllendirildiği bir başka coğrafya var mıydı acaba?
Okuldaki ideallerimizden, gençlik coşkumuzdan söz ettik bir süre; tozlu raftaki bir kitabı yıllar sonra merakla karıştırır gibi...
Ülkemizin kaderini değiştirmeye azimliydik mezun olurken; lakin karanlığını boğmaya yemin ettiğimiz ülke, karanlığına boğmuştu bizi...
Pazarda görsek tezgahından meyve almayacağımız adamların cenderesinde bir ömür geçirmiş, tünelden çıkış sandığımız ışığın, üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu çok geç fark etmiştik.
Velhasılı ne sevebilmiş, ne terk edebilmiştik.
Krizde geçmişti bütün gençliğimiz; ve şimdi çocuklarımıza tek devredebildiğimiz, çok daha ağırlaşmış bir kriz...
"- İşte" diye iç geçirdi kadim dostum, "...bunları seyrediyorum bir kenardan sessizce..."

* * *
İşte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın...
Yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
"Parkurun bütün zorluğuna rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız" diyebilmeli...
Issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa, ama ümitvar bir yazıyı, yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:
"Bunu da aşacağız!

İmza: Bir dost!.."

HEPIMIZ, BIRBIRIMIZIN HALI TEZGAHINDA HAYATI ONEMI OLAN IPLIKLERİZ!!!!


Duvardaki catlaktan bakan

fare, çiftlik sahibi ile karisinin

bir paket actiklarini gordu

.

"Icinde yiyecek mi var?'"

derken - - -

Bir baktı ki

fare kapanı!!.



Hemen bahceye kosup,

alarmi verdi :



Evde kapan var!
Evde kapan var!'


Tavuk gidaklayip ,

kafayi kaldirdi ve,

'Bay fare", bu sizin icin ciddi

bir sorun olsa da sahsen, beni ilgilendiren

bir tarafi yok ne yazik ki! .

Fare donup bu sefer domuzcuga,

"Evde kapan var,

evde kapan var"!

dedi.



Domuzcuk konuyla ilgilendi ama,

kendi hesabina

'Uzgunum bay fare, vah, vah

emin ol senin icin dua edecegim"

dedi.



Fare bu kez öküze yoneldi:

"Evde kapan var!"

"Evde kapan var!"

diye bagirdi nefes nefese.



Öküz: 'Wow, Bay Fare,

Senin icin uzuldum,

ama burnumu sokacagim bir sey degil.'

dedi.

E farenin de basini egip,

gitmekten baska caresi kalmamisti...

yalnizlik ve terkedilmislik hisleri icinde,

fare kapani ile artik....tek basina basa

cikmaya calisacakti!.

***

O aksam evde, alisilmamis bir ses duyuldu.

Sanki bir kapan,

avinin uzerine kapanmisti.



Sese kosan cifcinin karisi, karanlikta kapana,

zehirli bir yilanın kuyrugu kaptirdigini gormemis.

Yilan da onu isirmisti..



Ciftci karisini hastaneye kosturdu,

Karisi eve atesli dondu.



E atesli insana ne verilir??

sicacik bir tavuk corbasi!!!.

Tavuk acilen pisirilmis!



Ama kadin hala iyilesmiyormus,

E es dost ahbap, gelince hasta ziyaretine,

ciftci de sofraya domuzcugu cikarmak

zorunda kalmis!!!.





Ama ciftcinin karisi iyilesmemis;

ölmüs!!!!!.



Aman ne kalabalik gelmis cenazeye,

ne kalabalik!!!



Bu sefer de konuklari,

doyurmak icin kesilen öküz olmus....

Fareye de olan biteni

deliginin ardindan izlemek kalmis!....

***

Onun icin bir daha,

seni ilgilendirmeyen bir sorun

karsina cikarsa... bir dusun!!! ----

Birimiz tehdit altindaysak,

hepimiz risk altindayiz.

Bu hayat denen yolculukta

Birlikte yol almaktayiz..

Birbirimizi kollayip,

guc ve guven paylasmaliyiz.



sana onem veren,

senin icin onemli olanlara,

gonder ve uyar!




UNUTMA. . . . . .


HEPIMIZ, BIRBIRIMIZIN HALI TEZGAHINDA

HAYATI ONEMI OLAN IPLIKLERİZ!!!!

VE SOYLE YA DA BOYLE,

HAYATLARIMIZ BIRLIKTE DOKUNUYOR.

Kader

Deniz kıyısında bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.
Güneş onu yakıp kavurur.
O da Tanrıya yakarır keşke güneş olsaydım diye.
"Ol" der Tanrı.
Güneş oluverir.
Fakat bulutlar gelir örter güneşi, hükmü kalmaz.
Bulut olmak ister.
"Ol" der Tanrı.
Bulut olur.
Rüzgar alır götürür bulutu, rüzgarın oyuncağı olur.
Rüzgar olmak ister bu kez.
Ona da "Ol" der Tanrı.
Rüzgar her yere egemen olur, fırtına olur, kasırga olur.
Herşey karşısında eğilir.
Tam keyfi yerindeyken koca bir kayaya rastlar.
Ordan esen burdan eser, kaya banamısın demez!
Bildiniz, Tanrı kaya olmasına da izin verir.
Dimdik ve güçlü durmaktadır artık dünyaya karşı...
Sırtında bir acı ile uyanır....
Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır. ..

"Amor Fati - Nietzsche "
(Kaderini sev-belki seninki en iyisidir)

"Benim kurşunlara alerjim var!"

Bildiğimiz Ama Uygulayamadığımız Bir Hikaye
ShareThis

Jerry, çevresindekilerin çok sevdiği insanlardan biriydi. Keyfi her zaman yerindeydi. Her zaman söyleyecek olumlu bir şey bulurdu. Hatta bazen etrafındakileri çıldırtırdı bile, "Bu adam bu halde bile nasıl iyimser olabiliyor?" diye. Birisi nasıl olduğunu sorsa "Bomba gibiyim." diye cevap verirdi hep. Yanındaki insanlardan biri o gün, kötü bir günündeyse, Jerry yanına koşar, duruma nasıl olumlu bakılacağını anlatırdı. Bu tarzı çok düşündürüyordu beni.

Bir gün Jerry’ye gittim "anlayamıyorum." dedim. "Nasıl oluyor da, her zaman, her koşulda, bu kadar olumlu bir insan olabiliyorsun? Nasıl başarıyorsun bunu? dedim.

"Her sabah kalktığımda kendi kendime Jerry bugün iki seçimin var. Havan ya iyi olacak ya da kötü derim. Her zaman havamın iyi olmasını seçerim. Kötü bir şey olduğunda yine iki seçimim var. Kurban olmak, ya da ders almak. Ben başıma gelen kötü şeylerden ders almayı seçerim. Birisi bana, bir şeyden şikayete geldiğinde, yine iki seçimim var. Şikayetini kabul etmek, ya da ona hayatın olumlu yanlarını göstermek. Ben olumlu yanlarını göstermeyi seçerim.

"Yok canım" diye dalga geçtim. "Bu kadar kolay mı yani?"

"Evet kolay…" dedi Jerry. "Hayat seçimlerden ibarettir. Her durumda bir seçim vardır. Sen her durumda nasıl davranacağını seçersin. Sen, insanların senin tavrından nasıl etkileneceklerini seçersin. Sen havanın, tavrının iyi ya da kötü olmasını seçersin. Yani sen hayatını nasıl yaşayacağını seçersin."

Jerry’nin sözleri beni oldukça etkiledi. Onu uzun yıllar görmedim. Ama hayatımdaki talihsiz olaylara dövünmek yerine, olumlu seçimler yaptığımda hep onu hatırladım. Yıllar sonra Jerry’nin başına çok talihsiz bir olay geldi. Soygun için gelen hırsızlar Jerry’yi delik deşik etmişler. Ameliyatı 18 saat sürmüş, haftalarca yoğun bakımda kalmış. Taburcu edildiğinde kurşunların bazıları hâlâ vücudundaymış. Ben onu, olaydan altı ay sonra gördüm. "Nasılsın?" diye sorduğumda "Bomba gibiyim" dedi. "Olay sırasında neler hissettin Jerry?" dedim.

"Yerde yatarken iki seçimim var diye düşündüm. Ya yaşamayı seçecektim, ya da ölümü. Ben yaşamayı seçtim." "Korkmadın mı? Şuurunu kaybetmedin mi?"

"Ambulansla gelen sağlık görevlileri harika insanlardı. Bana hep iyileşeceksin merak etme." dediler. Ama acil servisin koridorlarında sedyemi hızla sürerken doktorların ve hemşirelerin yüzündeki ifadeyi görünce ilk defa korktum. Bu gözler bana "bu adam ölmüş" diyordu. "Bir şeyler yapmazsam, biraz sonra ölü bir adam olacaktım."

"Ne yaptın?" diye merakla sordum.

"Kocaman bir hemşire yanıma yaklaştı ve bağırarak herhangi bir şeye ihtiyacım olup olmadığını sordu. "Evet, var" diye cevap verdim. Doktorlar ve hemşireler merakla sustular. Derin bir nefes alarak kendimi topladım ve bağırdım. "Benim kurşunlara alerjim var!" Doktor ve hemşireler gülmeye başladılar. Tekrar bağırdım. "Ben yaşamayı seçtim. Beni bir canlı gibi ameliyat edin. Otopsi yapar gibi değil."

Jerry, sadece doktorların büyük ustalıkları sayesinde değil, kendi olumlu tavrının da büyük katkısı ile yaşadı. Yaşaması bana yeni bir ders oldu.

22 Nisan 2009 Çarşamba

12 Mart 2009 Perşembe

1 Ocak 2009 Perşembe