23 Kasım 2010 Salı

Neden?

Paylaşımı daha önce okuyanlar için, kendi görüşümü de en altta ilave ettim.

Rabindranath Tagore
‎...
Düşünüyorum da, Sanırım en büyük korkumuz olduğumuz gibi görünmek. Yumuşacık... kalbimizin fark edilmesi, Naif yönlerimizin keşfedilmesi, Cesaretsizliğimizin anlaşılması, Korkularımızın paylaşılması, Sanki zarar göreceğimizin en büyük işareti...

Kabuklarımızın altında kendimizi saklamakta ne kadar da ustayız. Ve ne kadar güçlu korunuyoruz, kalkanlarımızın ardında. Hissedilmeden, el değmeden,sevgimizi göstermeden. Deniz minareleri, midyeler, kirpiler ve kaplumbağalar gibi..

Sahi koruyor mu bizi çatlamamış bu sert kabuk? Kimse incitemiyor mu duygularımızı, inançlarımızı, benliğimizi? Yoksa zarar mı veriyor bu ürkeklik, bu kabuk bize? Hissettiklerimizi gölgeliyor, yansıtmıyor mu gerçek kimliğimizi?

Duygularımızı bastırıyor, el ele tutuşmamızı engelliyor mu? Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar parlak, Ne çıkar ateşböceği sansalar beni? Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin O uçucu, masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz.
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi, Korkaklığım, sevgi isteğimi En insani yönlerimi kayıtsızca sunabilsem, Bu sert kabuğun ağırlığından kurtulup Bir kuş gibi uçacağım özgürce. Anlaşılacağım ve bir ayna gibi yansıyacağım karşımdakine. O da çözülecek belki, Samimi ve güvenliksiz, silahsız biriyle göz göze gelince.

Oysa bir görebilsek bunu. Kalmadı böyle insanlar demesek. Güven duygusuna bu kadar muhtaç olmasak. Kırılmaktan korkmasak...yaralansak...

Ne olur bir darbe daha alsak? Yeniden açsak kendimizi, atabilsek kabuğu. Denesek. Risk alsak. Yanılsak. Fark etmez. Tekrar, tekrar bıkmadan denesek. Ve kucaklaşsak yeniden. Tıpkı eskisi gibi. Ne olduğunu anlayamadığımız o 15 yıldan öncesi gibi.
O zaman fark edeceğiz. Ne kadar özlediğimizi birbirimizi. Neler biriktirdiğimizi, Kaybolan değerlerimizi ne kadar özlediğimizi. Beraber geldik beraber gidiyoruz oysa.

Vakit az, paylaşmak, sarılmak için Yaşadığımız coğrafya zor, şartları ağır. Yüreği daha fazla küstürmemek lazım. Sırtımızda ağır küfeler, her gün katlanan. Ve koşullar bir türlü düzelmeyen. Sevgiye çok ihtiyacımız var. Ufukta kara bir kış görünüyor. Ancak birbirimize sokularak atlatırız o günleri. Kırın o sert kabuklarınızı. Kurtulun bu yükten. Korumuyor o kabuklar, aksine zarar veriyor bize. Yalnızlığa mahkum ediyor bizleri. Hem hepimiz bir yıldızız. Ne çıkar ateşböceği sansalar bizi?
---

Buket’in duvarında okuduğum bu paylaşımı pek bi beğendim. Bunun üzerine güzel bir yazı yazılır dedim kendimce, ama okudukça aslında ilave edebileceğim bir şey bulamadım.

Paylaşım, bildiğim şeyleri söylüyor, kabuğumuzun/ maskemizin ardında gizlenen bizlerden bahsediyor. Çıkmayı hep denediğimiz ama her incindiğimizde yine gidip ardına gizlendiğimiz o suni bizden/ benden bahsediyor…

Kabukları kırmaktan bahsederiz oldum olası, ama kaçımız başarabilmiştir ki bunu… Bu sıralarda bir arkadaşımla çok uğraşıyorum, aslında onunla mı uğraşıyorum yoksa kendimle mi emin değilim. Ona söylediğim her sözü aslında kendime de söylüyorum. Kabuğunun arkasına saklanıp bilgiçlik taslamak deniyor sanırım bu duruma…

Acaba biz mi saklanıyoruz kabukların arkasına yoksa ister istemez itiyorlar mı bizi. Birbirimizin sevgisizliğini, umutsuzluğunu mu besliyoruz?

Aylar önceydi, yeni ayakkabısı ayağını vurmuş bir kadın topallayarak yürümeye çalışıyordu yolda, çıkarıp çantamdan bir yarabantı uzattım, gözlerine inanamadı. “Bu ne kadar değerli bir şey biliyor musunuz” derken neredeyse sarılıp bağrına basacaktı beni. Güldüm, “Bilmez olurmuyum, her yeni ayakkabıda bende yaşarım bu durumu ” dedim. Selamlaşıp ayrıldım…

Bu kadar kolayken yaraları sarmak, neden sarıp iyileştiremiyoruz birbirimizi. Her yeni ayakkabı canımızı yakarken, vazgeçmiyoruz bir yenisini daha denemekten. Ama yeni bir dostluğu, yeni bir aşkı kaybettiğimiz saflığımızı aramayı ve kendimizi özgür bırakmayı deneyemiyoruz. Neden ?

2s

Hiç yorum yok: